Bu hafta ofisten arkadaşım Mehmet’le künefe yemeye gidelim dedik ve Yıldız’dan aşağıya doğru sallandık. Cadde üstünde kocaman tabelası olan Hatayname restorantını görünce girelim dedik. Böyle görkemli bir yer herhalde künefenin vatanı olarak bilinen Hatay’ın en güzel künefesini yapar diye düşündüm.
Künefelerimiz geldi. İlk şoku yaşadım. Künefenin börek dilimi şeklinde servis edildiğini ilk defa gördüm. Olabilir dedik ve yemeye başladık. 2 çatal aldıktan sonra ben yemeyi bıraktım. İsraf olmasını istemezdim ama yenilecek gibi değili. Mehmet yedi ama o da beğenmedi.
Kadayıf bayat, hafif yanmış. Sadece peynir taze. Şerbet desen çok kötü. Mideyi yakan cinsten. Neyse kalktık. Benim de huyumdur ustasına çok kötü olduğunu net bir şekilde açıkladım. Ustanın dediği laf şu : Siz Hataylı mısınız?
Sen çay içiyorsun. Çaya güzel ya da kötü diye yorum yapıyorsun. “Sen Rizeli misin” diyor muyum ben? Ben Rizeliyim ama sen benden daha fazla çaydan anlayabilrisin.
Özetle müşteri ile nasıl konuşacaklarını bilmedikleri gibi yemediğim künefenin parasını da hiç çekinmeden almayı bildiler. Esnaflığın merkezinde müşteri memnuniyeti yatar. Hak etmediğin parayı almak ya da beğenmeyen müşterinin parasını almak yatmaz.
Hatayname’nin düşüncesi eminim şu: Nasılsa merkezi bir yerdeyiz biri gider biri gelir. Bir müşterinin ne zararı olacak ki bize. Kaldı ki parasını da aldık.
Bu mantıkla iş yaparsınız ama hak etmezsiniz. Çok para kazanırsınız ama isim yapamazsınız. Yeni şubeler açarsınız ama sadık müşteriler kazanamazsınız.
Bugün bu yazıyı yazarken Foursquare sayfasına baktım. Keşke önceden baksaydım. Demek ki herkes aynı fikirde.İşte yorumlar:
Hatayname’den çıktıktan sonra düşündük. Bu kadar meşhur bir tatlı iyi yapılıyor olsaydı burada restorant bomboş olmazdı.